Anne Yoksunluğu

Anne Yoksunluğu

Doğan her bebek için güvenli bir kucak ve sevgi eşliğinde candan bir ilgi, bebeğin gelişimi ve hayatının ileri dönemlerinde Dünya’ ya bakışını etkileyen çok önemli iki unsurdur.

Özellikle doğumdan itibaren ilk bir yıl (ve mümkünse takip eden 2 yıl), sadece bir kişinin yani annenin çocuğun her türlü fiziksel ve ruhsal ihtiyacı ile ilgilenmesi gereklidir. Çocuğun bağlanma ve duygu alışverişi ihtiyacı bu dönemde oldukça yüksektir ve güven duygusunun (bağlanma) yerleşmesi için sadece bir kişinin ihtiyaçlara cevap vermesi önemlidir.

Çeşitli nedenler ile yuvalarda büyümek zorunda kalan, geleceğin yetişkinleri olacak çocuklarda, anne yoksunluğuna bağlı ortaya çıkan fiziksel ve ruhsal sıkıntılar daha belirgin olarak gözlenmektedir.

“Öteden beri öksüz yuvalarında ve yatılı çocuk kurumlarında yapılan gözlemler şu gerçekleri ortaya sermiştir :

Doğumdan kısa bir süte sonra çeşitli nedenlerle, anadan ayrılıp yatılı yuvalara yerleştirilen bebeklerde, gelişim bozuklukları ortaya çıkar. Bu bebekler, iyi bakım ve beslenmeye karşın gelişemezler. Boyları ve ağırlıkları yaşıtlarına göre çok geri kalır. Dayanma güçleri azalır; sık hastalanırlar ve hastalıkları ağır geçer. Bebek ölüm oranı, en yoksul ailelerdeki ölüm oranından bile yüksektir.

Beden gelişmesindeki yavaşlıktan başka, bu çocukların daha az ağladıkları, çevrelerine ilgisiz kaldıkları gözlenir. Gülümsemeyi unutmuş gibidirler. Çevrelerine boş bakışlarla bakarlar. İlgi ve uyarmaya geç tepki verirler. Baş sallama, yastığa başvurma, yerinde sallanma gibi alışkanlıklar geliştirirler. Ayrıca bu çocuklar geç yürür, geç konuşurlar. Tuvalet eğitimleri de geç kalır. İki yaşına gelip de yürüyemeyen, söz dağarcığı birkaç sözcüğü geçmeyenler çoğunluktadır.

Ülkemizde öksüz yuvalarından birinde yaptığımız inceleme ve gözlemler:

Gözlemlenen 151 çocuk içinde (0-4 yaşlarda) yaşına uygun boyda ancak 9 çocuk bulundu. Yaşına uygun ağırlıkta ise yalnız 14 çocuk vardı. Geri kalanlar, ağır gelişme geriliği ve beslenme bozukluğu gösteriyorlardı. Hepsi yürümesi gereken 94 çocuktan (1-2,5 yaşlarda), yarısından azı yürüyebiliyordu, iki çocuk dışında cümle kurabilen yoktu. Yuvalarda yetişen çocuklardaki bu bedensel ve zihinsel gelişme bozukluklarının tümüne Yuva Hastalığı ya da Kurum Hastalığı (Hospitalizm) adı verilir.

Bu hastalığın tek nedeni, yatılı yuvalardaki ilgi, uyarma ve sevgi yetersizliğidir.

Başka bir deyimle anne yoksunluğudur.

Gerçekten en bakımlı yuvalarda bile, bebekler ananın sağladığı yakınlığı, sıcaklığı ve sevecenliği bulamazlar. Bir bakıcı 10-15 bebeğe bakmakta, bu da bebeğin beslenme ve bakımına yetecek bir ilgiden öteye bir şey sağlamamaktadır. Bebekle ilgilenme, kucağa gülüşme eksiktir. Başka bir deyişle, bebek, çorak bir toprakta yetişen bitki gibi kavruk ve cılız kalmaktadır.

Bu gözlemler, şu açık gerçeği bir kez daha vurgulamaktadır: İnsan yavrusu, ananın sağladığı sıcak ilgi ve bakım olmadan, ne bedence, ne de ruhça sağlıklı gelişemez. Türkçemizde bu gerçeği anlatan özdeyişler vardır: «Anasız kuzu koç olmaz!», «Analı oğlak gökte, anasız oğlak yerde gezer!», «Anasız çocuk kanatsız kuş gibidir!»

Bebek için gerekli olan, ana, ya da onun yerini tutan bir kimseyle sıcak ve sürekli bir ilişki içinde olmaktır. Ana, öz ana olabilir de olmayabilir de. Önemli olan sevecen, ilgili ve verici bir kimsenin varlığıdır. Bu kimse, öz anne olabilir, teyze, hala, nine ya da evdeki bir bakıcı kadın olabilir. Bebek, kendisiyle en çok ilgilenen kişiyi ana olarak tanır. Bu gerçek kimi zaman gözden kaçar: Annenin çalıştığı durumlarda bakıcı kadının evden ayrılışı, bebekler için anayı yitirmişçesine üzücü olabilir.

Yuvalarda yetişip de okul çağında ve daha sonraki yıllarda izlenen çocuklarda, şu ortak yanlar bulunmuştur. İlk göze çarpan şey, genel bir ilgisizlik ve çevreyi umursamazlıktır. İnsanlara sokulamaz, kolayca arkadaşlık kuramazlar. Merak ve girişkenlikleri azalmıştır. Öğrenmeye karşı ilgisiz kalırlar ve okulda çok başarısız olurlar. Anlatım ve öğretim yetenekleri sınırlıdır. Düşünmeleri ve kavramaları zayıftır. Kısacası, zekâları donuk, duygusal tepkileri de kunttur. Sevgiye susamışlardır ama, sevgi gösterilince kuşkulu ve duyarsız davranırlar. Çalma ve okuldan kaçma gibi davranış bozuklukları sık görülür. Bunlar içinden yetişkin çağda suça yönelenler çıkar.

Ruh hastaları ve suçlular arasında yapılan araştırmalarda, bu kişilerin, çocukluklarında, ana ve baba yitimine daha çok uğradıkları saptanmıştır. Özellikle depresyon denen ruhsal çökkünlük ve özkıyım (intihar) eğilimi gösteren kimselerin, geçmişlerinde (beş yaşından önce) anne ölümü yüksek oranda bulunmuştur.

İlk yıllarda, ananın sağladığı bakım ve sevgi o denli önemlidir ki, bu açığı sonradan kapatmak çok güçtür.

Yuvalardan alınıp, evlat edinilen çocuklarda bu durum açıklıkla görülür. Bu çocuklar uzun süre yeni ana babalarına alışamazlar. Onlardan gelen sevgi ve ilgiye karşılık veremezler, sokulgan davranamazlar.

Bir araştırmada, bir yaşından sonra yuvaya yerleştirilmiş çocuklarla, doğumdan birkaç hafta sonra yuvaya yerleştirilmiş çocuklar karşılaştırılmış; bir yıl analı-babalı büyümüş çocukların, daha uyumlu oldukları görülmüş, buna karşı hiç ana sevgisi görmemiş olanlar çok uyumsuz ve saldırgan bulunmuş.

Yapılan pek çok araştırma, şu kesin gerçeği doğrular niteliktedir: Çocuğun anadan yoksun kalması ne kadar erken başlar ve ne kadar uzun sürerse, ortaya çıkacak davranış bozuklukları ve ruhsal dengesizlikler O oranda ağır olur.

Bu nedenle ilk birkaç yılda, hele birinci yılda çekilen anne yoksunluğu, bütün yaşam boyu silinmeyen izler bırakır.

Anne ölümlerine yol açan nedenler, ne yazık tümden ortadan kaldırılamıyor. Hastalıklar, uğrantılar (kazalar), güç doğumlar, düşükler her yıl ülkemizde binlerce çocuğu anasız bırakmaktadır. Bu durumlarda, çocukların bir akraba yanma yerleştirilmesi gelenek olmuştur. Çocuklar benimsenir ve sevilerek eğitilirlerse, ruh sağlıkları önemli ölçüde korunabilir. Çocuksuz bir karı-kocanın evlat edinmesi de çocuğun gelişmesini güvence altına alır. Annesiz büyümenin yıkıcı sonuçları böylece en aza indirilir.

Bu önlemler içinde en kötü seçenek, özellikle bebeklerin ve küçük çocukların öksüz yuvalarına yerleştirilmesidir. Ayrıca yuvada bakım, saydığımız sakıncaları yanında, en pahalı bakımdır. Batı ülkelerinde bu uygulama kalkmış gibidir. Bebekler, ancak birkaç ay gibi kısa süreler için yuvalarda barındırılır; sonra koruyucu ailelere yerleştirilir.

Yapılan karşılaştırmalı araştırmalar, koruyucu ailelerde yetiştirilen çocukların, zekâ gelişmesi, ruhsal olgunluk, toplumsal uyum bakımından, yuva çocuklarından çok ilerde olduklarını ortaya koymaktadır.. Küçük çocukların yuvalarda barındırılması kaçınılmaz olursa gerekli önlemler alınmalıdır: Bakıcı sayısı arttırılmalı, beş on kişilik kümelere bölünerek, bir bakıcı anne yönetiminde bakılmalıdırlar. Kışlayı andıran büyük yapılar yerine, ayrı ayrı küçük evlerde yaşamalıdırlar. Başka bir deyişle, çocuğun günlük yaşamı, doğal aile yaşamına benzetilmelidir.

Birçok ülkede. Çocuk Köyleri ve Çocuk Kentleri gereksinimleri düşünülerek kurulmuşlardır, ilk yıllarda, gereksinimleri düşünülerek kurulmuşlardır.

İlk yıllarda, çocuğun tek bir erişkin ile sıcak ve sürekli ilişki kurmasına önem verilmiştir.”

Kaynak : Çocuk Ruh Sağlığı, Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu , Sf.47-51

Çocuk Eğitimi Genel Psikoloji